'Başımı koyabileceğim bir evim olsun yeter' diye başlar her Anadolu insanın yaşam mücadelesi… Hayata atıldıktan sonra biriktirdiği ilk parayla ev satın alır. Ev, hem kendisinin hem de neslini devam ettirecek çocuklarının ekonomik güvencesidir. Geçmişten, günümüze ve gelecekte ev sahibi olmak her zaman Türkiye halkının önceliği olmuştur, olacaktır.
İnsanlarımızın çoğu, hayatının neredeyse yarısını geçirdiği evlerini satın alabilmek için on yıllar boyunca çalışıp birikim yapmak zorunda kalmıştır. Dişinden, tırnağından artırarak ev almaya çalışmıştır.
Ev sahibi olmak için bu kadar zorluğa göğüs geren insanlarımız hayatının en önemli sermayesi olan evini alırken yeterince bilinçli davranıyor mu? Ev satın alırken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyor? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce ‘ev’ tanımının yakın tarihteki değişimine kısaca değinmek istiyorum.
20. yüzyılın ikinci yarısına kadar Türkiye’de ‘dört duvarı bir çatısı olan’ bir ev tanımı yeterli olurken, ikinci yarısında küresel modernizmin de etkisiyle yapısal bir dönüşüm başlamıştır.
Ülkemizde cumhuriyet döneminde nüfusun sadece yüzde 24,2’si kentlerde yaşarken 1950’lerden itibaren kentlere doğru hızlı bir göç başlamıştır. 1980’lerde ekonomik ve siyasal nedenlerden dolayı çok daha yüksek seviyelere ulaşmıştır. 2015 yılı itibariyle kentte yaşayanların oranı 92,2’dir. Kentleşme süreci inşaat sektöründeki yapısal dönüşümde büyük önem teşkil eder. Büyük kentlere göçlerle birlikte, şehir merkezindeki yoğunlaşma konutta yeni bir çağ başlatmıştır.
İnsanlar ev satın alırken şehrin dinamiklerini de göz önünde tutmak zorunda. Büyükşehir’de sadece iyi bir binada iyi bir daire satın almak yeterli değil. İyi bir Lokasyon, ulaşım kolaylığı, altyapı hizmetleri, sosyal imkanlar gibi dış etmenlerde konut satışlarında önemli bir faktör olmuştur. Talepler arttıkça buna paralel olarak fiyatlar artmış ve ev almak zorlamıştır. Estetik mimari, lüks, dekorasyon gibi kavramlar yavaş yavaş yapı kültürümüze yerleşmesi fiyat artışlarını daha da hızlandırmıştır.
1960’lardan sonra nüfusun hızlı artışı konut talebini artırmıştır. Konut talebinin artmasına paralel olarak konut fiyatları da artış göstermiştir. Konut fiyatlarının artması vatandaşı kredi kullanmaya zorladı. 1963-1980 döneminde toplam konut satışlarının yüzde 4’ünde kredi ile gerçekleşti. 1991 yılında konut kredisi kullananların sayısı 9 bin 500 iken 1993 yılında bu oran 6 kat artarak 60.000’e çıktı. 2016 yılında 449.508 ipotekli konut satışı gerçekleşti. Bu rakam toplam konut satışlarının 3’te birine denk gelmektedir.
Rakamlarda da görüldüğü gibi ev almak gün geçtikçe zorlaşıyor ve insanlar ipotekli konut alımına yönelmek zorunda kalıyor. Peki geleceğini ipotek altına alarak ev alan tüketiciler satın aldıkları evleri ne kadar iyi tanıyor?
Vatandaş ev alırken önceki yıllara oranlara baya bilinçlendi. Ancak hala yeteri kadar bilinçli değil. Tüketici ya eşinin, dostunun önerisiyle bulduğu bir projeden ev satın alıyor ya da reklamlardan gördüğüyle yetiniyor. Halbuki tüketici araştırmalı, sorgulayıcı olmalıdır. Bilinçli tüketici müteahhitin de ufkunu açar. Müteahhiti daha kaliteli, daha konforlu konutlar inşa etmeye teşvik eder. Eğer tüketici sorgulamazsa, daha iyisini talep etmezse müteahhit yerinde sayıklar.
Tüketiciler konut satın alırken reklama çok fazla güveniyor. Reklamlarda görmüşse araştırma gereği duymuyor. Halbuki yüksek paralar vererek satın aldığı evin depreme dayanıklılığından enerji tasarrufuna, kullanılan malzemenin kalitesinden kullanışlı bir imalat olup olmadığına kadar her konuda en ince noktasına kadar araştırmalıdır.
1 ömür kullanacağı bir evi 1 gün, 1 hafta veya 1 ay araştırmak tüketiciye zor gelmemeli.