İşimiz 1800’lü yıllarda ortaya çıkmıştır. Rönesans ile birlikte yayılmaya başlamış 19. yüzyılın başlarında dünyada önemli örneklerini oluşturmuştur. Günümüzde gün geçtikçe artmakta ve bununla birlikte mesleki anlamda iş disiplini oluşmaktadır.
Biz, doğal ve kültürel bileşenlerin yeryüzünde geçirmiş olduğu süreç ve karakteristiklerle oluşturduğu fiziki çevreyi korumakla görevliyiz. İşimizin yaşam sürecinin en başından sonuna kadar devam eden bir bütün olduğunu görebiliriz. Geçmiş, gelecek ve günümüz ile bağlantı kurarız. Andre Le Notre bizim kurucumuz olarak bilinirdi. Çevreye bakışı doğal varlıkların yaşamdaki akışını bozmadan yapılarla adapte olabileceği bir mekan yaratmaktı. Cilalı taş devrinden bu yana süregelen mimarlık olgusunu bağlayarak, yaşanabilir ortamların planlanması ve tasarlanmasında çok büyük bir rolümüz vardır.
Mimarlık, geçmişten günümüze gelişmekte ve değişmekte olan bir süreçler bütünüdür. Her dönemin kendine özgü özelliklerinin bulunmasıyla farklı tarzlar ve yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. İnsanların yerleşik hayata geçmesiyle mekânsal hissiyatları ön plana çıkmış, buda canlıların yaşamsal faaliyetlerini devam ettirebilmek için güven ortamı sağlayabilecekleri yapılar yapmaya itmiştir. Gelişen bu süreçle günümüzde ucu bucağı olmayan tasarımlara milyonlarca canlının yaşayabileceği yapısal alanlara dönüşmüştür.
Tüm bu tarihsel süreçler bütününde bizler ortaya çıkarak inşaa edilmiş ve doğal ortamlar arasında bir bağ kurmuş olduk.
Bizler alandaki doğal güzellikleri arttırarak yapıyla bütünleşen mekanlar tasarlamak ve planlamakla görevliyiz. Daha detaylı incelenecek olursa, bizlerin sanatsal bir bakış açıya sahip olması gerekmekte aynı zamanda biraz mimar, biyolog, ziraatçi, jeolog, çevreci, ekolog, inşaat mühendisi, doktor, meteorolog vb. olması gerekmektedir.
Tüm bu meslek disiplinlerini içinde barından bizler çok yönlü olmamızla günümüz tasarımlarına ve olanaklarına uygun projelerle gelişimlerimizi sürdürmeliyiz.
Çalışma ortamlarında yapılan ufak müdahalelerin çok büyük ölçekleri etkiliyor oluşu, bizleri ileri görüşlü düşünmeye sevk etmektedir. Yapılan tüm projelerde önce alanı tanıyıp daha sonra gelecekte nasıl devamlılığı olabilir ve gelişimi yapılan tasarıma nasıl etki eder yaklaşımıyla planlanmalıyız.
İçinde bulunduğumuz bu zaman diliminde artan bir ivme gösteren kent yapısı ve bulunla birlikte beton yapılar, canlıları içinde hapsetmiştir. Yaşamın devamı için zorunlu olan oksijen miktarı gittikçe azalmakta ve kalite oranı düşmektedir.
Dünya standartlarına göre bir şehirde kişi başına düşmesi gereken yeşil alan miktarı en az 30 metrekaredir. Fakat günümüzde bu metrekare 7’yi geçmemekle birlikte daha da düşmektedir.
Yaşadığımız beton yuvaların içinde nefes alınabilecek, ruhsal açıdan rahatlatabilecek ve estetik olarak göze güzel gelen tasarımlarla bizler yani peyzaj mimarları daha yaşanabilir bir çevre için çalışmalarını sürdürmektedir.