Şehirlerin güçlü ve karakterli yapısı, devletin büyüklüğüne ve sağlamlığına yardımcı olur. Zira devletler kadar şehirler de üretim, katılım, yönetim ve kültürel alanlarda birbiriyle yarışır hale geldi. Star'dan Cüneyd Ali Altıparmak'ın haberine göre; bu rekabet ortamında hayatta kalabilmek için merkezi hükümetlerin yanında şehirlerin de dirençli olması şart oldu. Dirençli olmak, yani kendi sorunlarını çözebilecek kabiliyet anlamını taşıyor. Son günlerde meydana gelen afetler ve bunlarla mücadele "dirençli kentler" olgusunun bir parçası. İşte bu yazıda bu olaylar bağlamında kentlerin planlanması ve dirençli hale getirilmesi konularına değinmek istiyoruz. Çünkü bugün yaşanan ve ileride yaşanacak olan birçok sorunun temelinde bunlar yer alıyor.
Şehirler ve riskler
Şehirlerin büyümesi, kente göçün ve nüfus artışının yarattığı problemler, şehirler için en büyük risk taşıyor. Fakat kentlerdeki riskin altında yatan ana sorun yalnızca" nüfus yoğunluğu" değil. Bununla beraber şehirlerin konumundan, kültüründen, sosyal ve iktisadi yapısından meydana gelen diğer risk faktörleri de yer alıyor. Tüm zayıf ve güçlü yönlerinin analizinin yapılması doğru planlanamaması ve iyi yönetilememesi şehirlerdeki sorunun temel sebebi. Değişen kent yapısına uymayan seçim odaklı düşünen, sorunları erteleyen, kurumsal kapasiteyi ilk sıraya taşımayan yöneticiler de sorunların baş sorumlusu. Anayasa, merkezi ve yerel otoritelere başta nüfus olmak üzere bağlı ve bağımsız diğer faktörleri gözeterek planlama yapma ödevi ve yetkisi tanımaktadır. Sorunları önemsememek veya yüzeysel bakmak ise başlı başına "kırılgan şehirler" imar ediyor. Mesela, şehrin imar planı, öngörüler üzerine yapılır. "İmar" dediğimiz olgu sadece inşaat yapmaktan ibaret değil. İnşaat, imar meselesinin son halkasıdır. Öngörüleri sağlam ve gerçek verilere dayanmayan, bilimsel olmayan, salt siyasi ve ideolojik faktörler üzerinden kurgulanmış bir şehir hep kriz içinde yer alıyor.
Şehir bilimi açısından dirençli kent kavramı, ilkin ekolojik anlamda ortaya çıkmıştır. Sonraları "sürdürülebilirlik" kavramı ile ilişkili biçimde gelişmeye başladı. Doğal olaylar ve afet yönetimi, etkin yönetişim, planlama ve kalkınma kavramları da bugün "dirençli kent" kavramının içeriğini oluşturmaktadır. Buna göre şöyle bir tanım yapmak mümkündür. Dirençli kent; fiziki, çevresel, sosyal ve ekonomik yönden, şehirlerin karşılaşabileceği her türlü tehlike, tehdit ve olumsuz durumlara karşı kentin dinamiklerinin hazırlıklı ve koordineli olması sayesinde aktif mücadele kabiliyetine sahip olan şehirlerdir. Dirençli kent, doğru öngörüler üzerine planlama gerçekleştirir. Zayıf ve güçlü yönlerini tanır. Sorunlarına yabancı olmadığı için çözüme dair daima bir yol haritası bulunur. Yani dirençli şehir krize girmeyen veya girse de çıkabilen kenttir.
Sürdürülebilir kalkınma
Birleşmiş Milletler 2015 senesinde 17 küresel hedef belirlendi. Bunun 11.'si "Sürdürülebilir Şehirler ve Yaşam Alanları" başlığını taşıyor. Bu amaç 2030 yılına kadar, bütün ülkelerde kapsayıcı ve sürdürülebilir kentleşmenin geliştirilmesi ve katılımcı, entegre ve sürdürülebilir insan yerleşimlerinin planlanması için kapasitenin güçlendirilmesini hedefliyor. Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası kentsel alanlarda yaşıyor. Gelişen dünyadaki hızlı büyüme, kırdan kente göç ile birlikte mega kentlerde bir patlamaya sebep oldu. 1990'da 10 milyon nüfuslu on mega kent bulunurken şimdilerde bu sayı 40'a yaklaştı. Birleşmiş Milletler, 2050 yılında nüfusun 9,7 milyara ve 2100 yılında 11,1 milyara ulaşacağını ön görüyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mevcut inşa ve yönetim yollarımızda radikal dönüşümler yapmadan oluşacak yeni sorunları önlemek mümkün değil. Bunun tek yolu ise "sürdürülebilir bir kalkınma" ve "dirençli kentlerin" oluşturulması. Bunun için de hedeflerimizi belirlemek zorundayız.
Küresel hedefler
BM'nin belirlediği 2030 hedefleri özetle şöyle; *herkesin yeterli, güvenli ve uygun fiyatlı konutlara ve temel hizmetlere erişiminin sağlanması ve gecekondu mahallelerinin iyileştirilmesi, *kırılgan durumda olan insanların, kadınların, çocukların, engellilerin ve yaşlıların ihtiyaçlarına özel önem gösterilerek, yol güvenliğinin artırılırması *sürdürülebilir ulaşım sistemlerine erişiminin sağlanması, *kentleşmenin geliştirilmesi ve katılımcı, entegre ve sürdürülebilir insan yerleşimlerinin planlanması, *kültürel ve doğal mirasın korunması ve gözetilmesi çabalarının artırılması, *afetler nedeniyle küresel gayri safi yurtiçi hasılayla ilgili doğrudan ekonomik kayıpların önemli oranda azaltılması ölümlerin ve etkilenen insan sayısının önemli ölçüde azaltılması, *hava kalitesine, belediye atık yönetimi ile kentlerin kişi başına düşen olumsuz çevresel etkilerinin azaltılması. BM'nin belirlediği bu hedefler merkezi yönetime yükümlülükler yüklemek ile beraber, yerel yönetimlerin de inisiyatife dahil olmasını öngörüyor. Hatta ana odağına yerel yönetimleri alıyor denilebilir.
Yerel yönetimler
Şehir olgusunu, büyükşehirler bağlamında veya büyük ölçekli yerleşim alanları olarak da görmek yanlış olur. Bir beldenin, ilçenin, kentin kademeli olarak planlamasını doğru etkin kılması bu anlamda büyük öneme sahiptir. Türkiye'de yerel yönetim idareleri belediyelerdir. Belediyelerin çeşitli türleri olsa bile, kuruluş gayesi birdir. Yerel yönetimler mevzuatı gereği yerel ve ortak nitelikteki, imar, altyapı, ulaşım, kent bilgi sistemi, temizlik, itfaiye, acil yardım vb. konularla görevlidir. Dirençli kent olabilmenin ilk adımı da burada yatar. Belediyelerin bu konuda kendi önceliklerini belirlemesi önemli bir basamak. Belediyeler siyasi yönleri ağır olan yapılar. Buradaki öncelikleri belirleme ve programlama faaliyetinin siyasi kriterlere göre yapılmasının büyük riskleri beraberinde getirdiği bir gerçek. Bu anlamda toplumun içine sinebilecek belirlemeleri yapmak için belediyelerin elindeki en önemli aygıt belediye kanununda ifadesini bulan kent konseyleridir. Kent konseylerinin etkin bir biçimde tasarlanması ve dirençli kent adımlarının, kent konseyleri ile beraber, teknik komisyonlar marifetiyle ortaya çıkarılması gerekiyor. Bu anlamda, Türkiye Kent Konseyleri Birliğinin ciddi ve yoğun çalışmaları var. Özellikle "dirençli kent" "yerel kalkınma" "sürdürülebilirlik" konusunda akademi siyaset sivil toplum ortaklaşmasını benimseyen önemli bir bilgi ve deneyim ağına sahip Kent Konseyleri Birliği, siyasi bir ayrım gözetmeden bu alanda ciddi çalışmalar yapma gayretinde.
Öncelik hangisinde?
Dirençli şehir olgusuna, pandemi, sel, heyelan, deniz kirliliği, yangın gibi mücbir sebepler odağında yaklaşılmalı. Felaket anında "eksiklere" odaklanan ve bunu bile siyasi malzemesi yapan bir yaklaşım, ülkeye katkı sağlamaz. Her kentin toplumsal dinamikleri, algılama biçimi, yatırımlara bakış açısı, üretim türü, coğrafyası farklıdır. Merkezi yönetimin planlama yaparken verileri yerelden alması ve ona göre bir planlamaya girmesi beklenir. Bu ilişkinin yerelden gelen ve "basma kalıp" "copy-paste" olarak yazılan; "misyon, vizyon, ilkeler", "stratejik plan" "çalışma programları" ile hayata geçmesi beklenemez. Bu yaşadığımız olaylar, problemler her şehrin gerçek bir anayasasına gereksinim olduğunu ve her şehre özgü doğru ve gerçek risk analizleri üzerinden planlama yapılmasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyuyor.
Kriz, başladığı yerden çözüme kavuşturulur. Ülkemizdeki kriz de plansız büyümenin başladığı yani direncinin kırıldığı bu noktada başladı. Bu sorunun çözümü Anayasa hükmü ile de tahkim edilmiş katılımcı planlarına yöntemi belirlemekten geçiyor. İmar kanunu uygulamalarının bölgesel, iklimsel, coğrafi ve geleneklere göre değişim göstermesi mümkün. Bunu koruyan düzenlemeler şart. Çevre düzeni planlarının yapımı, kentsel dönüşüm, imar kanunu 18.madde uygulamaları da dahil olmak üzere bölge bölge, il il değerlendirilmesi gerekiyor. Afet alanları ile ilgili olarak net ve kesin tedbirlerin katılımcı bir yaklaşımla ihdas edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda birkaç somut öneri şu şekilde:
1. Parsel bazlı imar düzenlemesinin kaldırılması veya zor şartlara bağlanmalıdır. Örneğin plan değişikliği için belediye meclislerinde nitelikli çoğunluk aranabilir.)
2. İmar yasağı bölgelerin arttırılması ve buralara yapı yapılması halinde yıkılmamasının suç kapsamına alınması gerekmektedir. Belediye meclislerine de belirli şartlarda imar yasağı alanları ilan etmek yetkisi verilmelidir.
3. Planlamaya gerçekten katılımcılık odağında bakılması için tedbirler alınması şarttır (Kent konseyinde görüş sorma, imar komisyonuna sivil toplumdan üye alma gibi).
4. Uzun vadeli planlamayı yapamayan teknik ve siyasi ekibin sebep olduğu zararlar da Sayıştay denetimine tabi olmalı, bu kimselerin planlama hataları ifşa edilebilmelidir.
5.Yeni büyükşehir modelinin getirdiği ve tüm ilin idari sınırlarını kapsayan yönetim ölçeği, gözden geçirilmeli ve büyükşehir belediyesinin "belediye" olmaktan çıkarılıp, "planlama ve koordinasyon" idaresine dönüştürülmesi sağlanmalıdır.