Kimi ucube der, kimi kent dokusunu bozar der, kimi fay hatları üzerinde olmaz der, kimi bizim böyle şaşalı şeylere ihtiyacımız var der, Kimi İzmir’in prestiji der…
İzmir’de sayısı hızla artan gökdelenlerle ilgili olumlu/olumsuz birçok yorum yapıldı. Şüphesiz bir kısmı haklı, bir kısmı aşırı abartılı.
Ben şahsi olarak yüksek katlı yapılara karşı hep mesafeli durmuşumdur. Hatta hiç sevmiyorum desem de yanlış olmaz. Ancak bu gökdelenlerin ‘ucube’ olduğu gibi marjinal fikirlerim de hiç olmadı.
Gökdelenlerin olmasına karşı olmamam ‘istediğimiz her yere gökdelen dikebiliriz’ anlamına gelmiyor. Nasıl gökdelensiz bir ‘mega şehir’ olmak mümkün değilse, şehrin her köşesinde, ummadık yerlerde bir gökdelen dikmek de doğru değildir. Yüksek yapıları planlı bir şekilde, belirlenmiş bir bölgenin dışına çıkmadan ve estetiğe önem vererek inşa etmeliyiz.
***
Masanın diğer tarafında oturanları anlamaya çalışalım biraz. Gökdelenler, gökdeleni yapan girişimcinin ‘hadi buraya bir gökdelen dikelim de kentin siluetini bozalım’ gibi bir anlayışının ürünü olmadığını belirtmek isterim öncelikle.
Her eser bir talebin arzıdır. Gökdelen yatırımcısı da, şehrin ve şehir insanlarının, ekonominin ve kentsel gelişimin ihtiyacına binaen gökdelenler üretir. Gökdelenler ve şehir merkezindeki yoğunluk artışı, küreselleşen ekonomi sonucu farklı iş kollarının birbirine yakın olma (mekansal) ihtiyacından doğmuştur. Nasıl ki bir vatandaş AVM’ye girip tüm ihtiyacını karşılayabiliyorsa bir iş ofisinin de tüm ihtiyaçlarını giderebileceği (finans, iletişim, iş ortakları, kamu birimleri, lojistik, teknoloji vb.) modern ve tam donanımlı kent merkezlerine ihtiyaç duyar. ABD’nin Manhattan şehri ve Wall Street Sokağı bu duruma örnek olabilir.
***
İzmir olarak ‘Manhattan’ şehrini rol model seçtik. 2013 yılında İzmir’in ticaret ve turizm merkezi olmasını hedefleyen ‘Bayraklı Manhattan Projesi’nin startı verildi. Hedef 2030 yılına kadar 18 milyar liralık yatırımla İzmir’e yeni bir kent merkezi kazandırmak ve Türkiye’nin hatta dünyanın sayılı finans merkezlerinden biri olmaktı.
Olamadık, olamayacağız da…
Neden mi olamadık, neden mi olamayacağız? Çünkü biz Manhattan’ı sadece kopya ettik, yüzeysel baktık. Sistemin nasıl işlediğini, şehir içerisinde nasıl bir mekanizmanın olduğunu, alt yapısını, üst yapısını incelemedik. Sadece yüksek katlı binalar yaparak Manhattan olacağımızı sandık.
Manhattan iş ve finans merkezi olarak tasarlandı. Bayraklı ise bir yaşam merkezi.
Manhattan’da insanlar sabah işlerine gelir mesai saati bitince evine döner. Dünyadaki modern toplumlarda gökdelenlerin kullanış amacı budur. Biz ise iş merkezinden çok yaşam merkezi olacak konutlar şeklinde inşa ediyoruz. İzmir’in konut rezerv ihtiyacını gökdelenlerle çözmeye çalışıyoruz. Bu çok yanlış. Bir sorunu çözerken ileride karşılaşacağımız daha büyük sorunları göz ardı ediyoruz. Sırasıyla hepsini anlatmaya çalışacağım.
***
Aslında bu yazıyı kaleme almamdaki asıl amaç yüksek yapıların işlevinden çok, yüksek yapıları konut olarak kullananların (daha çok çocukların) toplumdan nasıl soyutlanacağı…
Anadolu toplumunda, öteden beri çocuklar ya bahçelerinde ya da sokakta oyun oynayarak büyümüştür. Bu süreç çocuğun insan ilişkilerinde bir perspektif çizmesine ve paylaşımcı olmasına katkıda bulunur. Hayatı başkalarıyla paylaşmayı öğrenir. Anne/babayı bir köşede bırakacak olursak bir gökdelenin 40. Katında büyüyen, hayatı kimseyle paylaşmayan, komşusu, bahçesi, arkadaşları ve arkadaşlarıyla oyun oynayacağı bir sokağı olmayan bir çocuğun nasıl bir birey olacağını öngörebiliyor musunuz? Bana sorarsanız bu insanlık için çok ciddi bir problem.
***
Yeniden teknik konulara dönecek olursak yeni kent merkezinin alt ve üst yapı hizmetlerinin oluşacak nüfus yoğunluğunu hiçbir şekilde kaldırabileceğini düşünmüyorum. Yeni şehir merkezleri inşa edilirken tüm detaylar düşünülür. Mesela Manhattan’da toplu ulaşım kullanımı ve özel araç azlığı dikkat çekiyor. Vatandaşların yüzde 70’i toplu taşıma kullanıyor. Dünyanın ‘para merkezinde’ vatandaşların yüzde 75’inin özel aracı bile yok.
4 milyon nüfuslu İzmir’de ise günlük 1,5 milyon kişi toplu taşıma kullanıyor. İzmir’deki motorlu kara taşıtı sayısı ise 1 milyon 159 bin 564. Neredeyse toplu taşımayı kullanan kişi sayısı kadar araç sayısın olduğu İzmir’de yeni kent merkezinde yapılaşma tamamlandıktan sonra oluşacak trafik ve otopark sorununu varın siz düşünün!
***
Eksikleri ne ben sayarak bitirebilirim ne de siz sabırla okuyabilirsiniz. Son olarak ifade etmek istediğim şudur ki bir şehir tasarlarken çok boyutlu düşünmek gerekiyor. Toplumun yaşam tarzından, kültüründen tutun ki geleneksel mimarisine ve ihtiyaçlarına kadar her şeyin düşünülmüş olması gerekiyor. Şehir kurarken 50 yıl sonra burada yaşayacak çocuklarımızın da kullanabileceği estetik, modern, ferah, sağlam ve nefes alabilen yapılar yaratma kaygısı taşımalıyız. Bunu yapmazsak 1970-1980’lerde çarpık bir kent üreterek bize miras bırakan büyüklerimiz gibi bizde bizden sonraki nesli zor bir sınavla karşı karşıya bırakacağız.
Çocuklarımıza düzeltmeleri için bozuk bir kent yerine yaşayabilecekleri güzel bir kent bırakalım.