‘Gelecek çocukların’ ifadesini özümseyerek söylüyorsak, geleceği çocukları düşünerek inşa etme gibi bir sorumluluk düşer üstümüze.
Bugünün çocukları, yarının büyükleri… Bugünün sahibi, yarının emanetçisi çocuklara…
Bize, bizden önceki nesilden kalan bu dünyayı bizden sonra gelecek olan nesile teslim edeceğiz muhakkak. Belki daha da güzelleştirerek, belki de aldığımızdan daha kötü bir durumda.
Dünyayı, şehirleri güzelleştirme konusunda en önemli görev inşaatçılara düşüyor. Gelecek nesilin nasıl bir dünyada yaşayacağında en belirleyici unsurdur inşaatçı.
Son dönemlerde projelerde ‘çocuk’ olgusu yaygınlaşmaya başladı. Projeler üretilirken çocuklar için güvenli alanlar, oyun alanları düşünülüyor. Bir sitede havuz yapılırken çocuk havuzu da unutulmuyor. ‘Çocuk Odası’ ev ile bir bütün haline geldi. Projenin mimari tasarımından, kullanım alanlarına kadar her şey çocuklar düşünülerek yapılıyor.
Projeler ve binalarda çocuklar düşünülüyor düşünülmesine ancak şehirleri kurarken çocukları unutuyoruz.
Türkiye’de kişi başına düşen yeşil alan miktarı Avrupa ve diğer birçok dünya devletlerinin çok altında. Avrupa’da kişi başına düşen ortalama yeşil alan miktarı 26 metrekare. Yaşadığımız İzmir’de bu rakam 2012 yılında 5.13 metrekareydi. Yeşil alanı bol konut projeleri, fidan dikimleri, rekreasyon alanı projeleriyle bu rakam yüzde 12.68’e kadar yükselse de hala Avrupa ortalamasının yarısını yakalamış değiliz. Şehrin en merkezi noktalarında bu oran çok daha düşük. İnsanların nefes alabileceği, çocukların oyun oynayabileceği yeşil alan, park sayısı çok sınırlı. Bu durum Türkiye’nin neredeyse tüm büyükşehirlerinde aynı.
İmar yoğunluğunu artırıp kişi başına düşen yeşil alan oranını düşürüyoruz, çocukların yaşam alanlarını gasp ediyoruz. Sonra ‘gelecek çocuklarımızın’ diyoruz. Hangi gelecek? Gasp ettiğimiz gelecek mi?
Proje üretirken çocuklar için gösterdiğimiz hassasiyeti, kenti inşa ederken göstermediğimiz sürece, imar planları hazırlarken çocukları düşünmediğimiz sürece, onların yeterince park bırakmadığımız sürece ‘gelecek çocukların’ sözü samimiyetsiz iki kelimeli bir cümle olarak kalmaya devam edecektir.
Çocuklara binaların 30’uncu katında; komşusuz, oyunsuz, sokaksız, arkadaşsız bir yaşam değil; az katlı bahçeli, sokakta veya parkta arkadaşlarıyla oyun oynayabileceği, kendisini özgür hissedebileceği, beton yığınları arasında sıkışmamış bir yaşam sunarsak o zaman gelecek çocukların olur.
Bizden önceki nesil bize çarpık bir şehir, az bir yeşil bıraktı. Bari biz çocuklarımıza daha güzel bir şehir, daha çok yeşil bırakalım.
Hata hepimizin, düzeltecek olan yine bizler olmalıyız.