Yapılarımız kentsel mekana katılan bir unsur, kentin bir parçasıdır. Kenti etkiler ve dönüştürür. Yapının konumu, kütlesi, ölçeği kentsel mekan ile kurduğu ilişkiyi belirler. Bu yüzden yapı içinde yaşayan kullanıcısına ve kentsel mekan kullanıcısına karşı sorumludur.
Türkiye’de kentsel strüktür koridor cadde dediğimiz bitişik nizam yapıların oluşturduğu tipolojidedir. Bu da kentsel yapı kullanıcısının yapıyla ilgili fikir edinebileceği tek yerin cephe olmasını sağlar. Ayrık düzen yapılaşmada da yapıda biçimsel bir farklılaşmaya gidilmiyor. Yapı tek bir hacim olarak değil, yüzeyler bütünü olarak tasarlanıyor. Böylece yine cephe tasarımı önem kazanıyor. Yapı tasarımı cephe tasarımı olarak düşünülmeye başlandı oysa tasarım bir bütündür, cephe ayrı düşünülemez. Tasarımda bilgisayar teknolojilerinin kullanıldığı günümüz mimari dünyasında cephede 2 boyutlu geometriler yerine 3 boyutlu standart dışı geometriler kullanılmaya başlandı. 3 boyutlu tasarımların yapılmaya başlandığı ve giderek cephe, çatı gibi kavramların belirsizleştiği düşünüldüğünde cepheyi yalnızca bir ara yüzey olarak görmek anlamsızlaşıyor elbette.
Türkiye’de 1980 öncesi konut mimarisinde yapıları düşük sermaye ve düşük teknik imkan ile inşa etmek zorunda kaldık. Bu dönem mimari ve teknik kalitesi yüksek yapılar inşa edilemedi. 80’lar sonrası ise ülke inşaat odaklı ekonomi modeline geçti. İnşaat sektörü ve onu destekleyici yan sektörler bulunuyordu. Mimarlık eleştirisi yapıların estetik, teknik, fonksiyonel vasıflarından uzaklaşıp; siyasetin, serbest ekonominin, kentleşmenin alanına girdi. Bu da hızlı ve niteliksiz yapılaşmayı beraberinde getirdi. Amacın hep daha fazla üretmek olması haliyle tasarım kalitesini gölgede bıraktı. Tek elden çıkmış gibi duran bağlamına aykırı tasarımlar yapıldı. Tipleşmiş ve her arsaya uyarlanan tüketim odaklı projelerle Türkiye müteahhit mimarlığıyla boğuşmak zorunda bırakıldı. Bu karmaşa ortamında adını duyurmanın tek yolu abartı ve farklı söylemler geliştirmek oldu, bu da starchitect ofislerin doğmasına sebep oldu.
Serdar Ortaç’a müzikleriniz birbirine benziyor denildiğinde ‘’topu topu yedi nota var kaç ayrı beste yapılabilir ki?’’ diyerek yaratıcılığını kısıtlayan faktörlerden dert yanmaktaydı. Belki de günümüz Türkiye’sinde endüstriyelleşmenin getirdiği standartlaşmayla 1+0 1+1 2+1 3+1 ‘e indirgenen yaşam alanları tasarımcının elinde 4 nota bırakmış durumda.
Müteahhit ve arsa sahipleri için amaç arsa üzerinde olabildiğinde m2ye sahip daire sayısı çıkarabilmek oldu. Aynı zamanda görselliğe de hitap etsin diye cephelerde mimari kalitesi tartışılır ‘’süs’’lemelere gidildi. Kozmetik işler yapıldı. Bunu cephe tasarımı olarak görmek imkansız. Yapı üretiminde bu kaygılar hep vardı, hep olacak. Bunlara rağmen ve bunlarla birlikte biz mimarların amacı yaşamı tasarlamak, onu daha sağlıklı ve konforlu hale getirmek olmalıdır. Öznemiz olan ‘insan’ı mutlu etmektir.
Bu kriterleri önemsemiş mimarlık ürünleri hiç mi yok? Elbette var ancak nitelikli mimarlık üretimi kentsel bağlama yönelik olmaktan çıkıp, çok az sayıda seçkin bir müşteri kitlesine yönelik gelişti. Yapmamız gerekense; umutsuzluğa kapılmadan mesleğimize tutunmaktır. Mimar olarak perspektifimizi, vizyonumuzu genişletmek ve mimari kaygıları elden bırakmamaktır.
Bu yüzden tasarımcının son kalesi cephedir. Savaş ‘’CEPHE’’de kazanılıyor!